Yanımda oturuyor, bedeni bana dönük, anlatıyor... Yüzüme bakmıyor çoğunlukla, bakışları delip geçiyor gördüklerinin içinden, uzaklara anlatıyor, görünmeyene. Tanıklığım rahatsızlık veriyor ona, hissediyorum ama bana ihtiyacı var. Utanıyorum, bakamıyorum yüzüne. Anlattıklarını duyuyor olmak, itiraf edilmesi zor olanı biliyor olmak, çaresizliği utandırıyor beni. Söylemedikleri var, sakladıkları... Dikkatlice seçiyor sözcüklerini, o izin vermeden çıksınlar istemiyor ağzından, geri dönememekten korkuyor, kabul ettiği gerçekleri yadsıyamamaktan sonradan. Ben hatırlayacaksam o da unutamaz artık, işte o zaman her şey değişmek zorunda.Düşünceler geliyor aklına ama susuyor. Başka şeyler söylüyor. Zaman kazanmak, aklına gelen hain düşünceleri unutmak için aynı cümleleri tekrar ediyor kimi kez. Düşüncenin gücü hızında, yenisi önceki zalim düşünceyi yerle bir ediyor. Derin bir soluk alıyor o an.
Ben hep susuyorum, utançla, çaresizlikle, acıyla... Elimden bir şey gelmiyor, teselli etmeye çalışmak yararsız, söyleyecek sözüm yok. Anlıyor, susuyor. Aklımdan geçenleri merak ettiğini düşünüyorum, rahatsızlık duyuyorum düşüncelerimden. Kafasını önüne eğdi şimdi. Ben karşıya bakıyorum, parktaki çocukları izler gibi yapıyorum. Kıpırdamıyoruz hiç, ses çıkarmıyoruz, donup kaldık öylece. İnsanlar geçiyor sağımızdan solumuzdan. Bazısı konuşuyor. Çocuklar var, oynuyorlar ve kuşlar ve kağıt helvacı ve tüfeği ile atış talimcisi, asık suratlı ve bezgin, ve yanımızdaki bankta çekirdek çitleten liseli gençler ve nefret edilesi broşürleriyle, sırıtkan, yavşak yüzleriyle oy avına çıkmış seçim kafileleri... Kuvvetli bir lodos var, yeni açmış bahar çiçekleriyle ince ağaç dallarını sarsıyor öfkesi. Biz öylece duruyoruz, kıpırtısız. Her şeyin hareketliliğine inat biz öylece... Heykel gibi. Öyle.
Gülümseyerek “kalkalım” diyor. Kalkıyoruz, üzerimizde bu bahar gününe yakışmayan bir ağırlık, yürüyoruz caddeye doğru. Öpüşüp vedalaşıyoruz, ayrılıyoruz birbirimizden. İlk gelen minibüse atlıyorum. Işığa boğulmuş en arka koltuğun sol cam kenarına oturuyorum. Onun önünden geçerken el sallıyorum. Şaşkın belki de pişman bir bakış yakalıyorum gözlerinde. Minibüs yoluna devam ediyor, görüntüler hızla yer değiştiriyor, bir süre silinmiyor gözümün önünden yüzü sonra bilincimin karanlığına iteliyorum zorla. Kendimi yeni görüntülerin kucağına bırakıyorum, zihnimde oluşan çağrışımların hızına yetişemiyorum, sonuna kadar peşinden gidemiyorum hiçbirinin. Yol beni oyalıyor, avutuyor.
2004/Mart